Zamanın kumları usulca akarken, parmaklarımız bir ritüel gibi ekranı her yukarı kaydırdığında göz ardı ettiğimiz bir gerçek var: 13 yaşında sosyal medya kullanmaya başlayan bir kişi, eğer 80 yaşına kadar her gün 3 saatini sosyal medyada harcarsa, hayatının 8,4 yılını ekran başında geçirmiş olacak. Ve buna bir de gece uyumadan önce komik köpek videoları izlemek için 1 saat daha eklersek, sonuç 11 yıla yükseliyor.
11 YIL.
“Bir Dakika Daha Bakayım Sendromu” ve “Başkalarının Mükemmel Görünen Hayatlarını İzleyerek Kendi Ortalama Mutluluğunun Değerini Düşürme Eğrisi” adını vereceğim çalışmalarımın literatüre geçmesi için önce kendi ekran süremden kısmam gerekiyor sanırım. Sadece başparmağın yukarı aşağı kaydığı, gözlerin parlayan bir dikdörtgene sabitlendiği, düşüncelerin başkalarının gündemine karışıp kendi zihninden puf diye uçup gittiği yıllar…
Aslında yaşanmayan anıların, tanışılmayan insanların ve deneyimlenmeyen duyguların yasını tutuyoruz – parmak izlerimizin soğuk cam üzerinde bıraktığı izler, gerçek dünyada bırakamadığımız izlerin sessiz bir tanığı olarak parlıyor. Ve biz her “beğen” tuşuna bastığımızda, kendi hayatımızdan bir parça daha silinip gidiyor. Üstelik ekran sadece zamanımızı değil, bazen kendimize duyduğumuz şefkati de kemiriyor. Herkesin çok üretken, çok mutlu yaşadığı bir dünyada, kendi sıradanlığımız ağır geliyor.(Bu kısmı sizin için yazdım. Ben kendime şefkat falan duymam, basarım kırbacı. Bir kendini tenkit perisi kolay yetişmiyor.)
Tehlikenin farkında mıyız?
Tontiş zamanlarımız gelecek ve kendi hayatlarımıza tanık olmadan geçirdiğimiz yılların yasını tutacağız diyorum. Hey!!!
Çare nedir? Bilmiyorum. Bu döngüden çıkmanın kesin bir yolu olmayabilir. Belki mesele tam olarak “çıkmak” değildir. Onu fark etmek, azaltmak, anlamlandırmak olabilir. Sosyal medya denen dijital bataklıktan kurtulmak için önce telefonunuza “Bak dostum, artık senin esirin değilim!” demeyi deneyin. Belki işe yarar. Ne konuda konuşsam, 5 dakika sonra reklamını önüme düşürmeyi beceriyor sonuçta. Yemek yerken, bir insanla konuşurken veya tuvaletteyken (evet, özellikle tuvaletteyken) telefonunuzu başka bir odaya sürgüne gönderin ki, hayatınızın en özel anlarını Mark Zuckerberg’le paylaşmayın. Ve nihayet, elinizde kalan bu yeni boş zamanları, çılgın hobilerle doldurun. Ne bileyim, Klingonca falan öğrenin.
Günlerdir olduğu gibi ülke gündemi kan ağladığında, durum daha da vahim bir hâl alıyor. Ekran saatimi kontrol etmeye korkuyorum. Telefonu şarja takıp, tabletten devam ediyorum. Sürekli twitter akışını güncelliyorum. Evet, hâlâ “twitter” diyorum. Denyo Elon Musk! Ne halt etmeye değiştirdin ki? Dangalak herif! Ulan! Öfkemi başka birine yansıtmamla ilgili psikologların ne dediği umurumda değil. TC simülasyonunda buna “Silivri soğuktur.” adı verilir. Okuduğum son tweetlere göre: sıcakmış. Koğuşlardaki öğrencilerin yazdığı mektupları okuyorum. Sınavlarına çalışmak için kitaplarını istemişler… Onların umutlarını söndürmeye hakkımız var mı?
Zombi gibi kaydırmaya devam etmek yerine ne yapabiliriz?
Elimizde tuttuğumuz telefonla gündemin üzerine çökmeye çalışan sis perdesini yırtabiliriz. Sessizlik yayılıyorsa, biz de inatla tekrar ederiz.
Bugün bir tweet paylaşmak pasiflik değil.
Bugün bir story atmak “sadece sosyal medya” değil.
Bugün birini unutmamak, onu birilerine göstermek—belki onun için en önemli şey.
Ve evet, biliyorum.
Bazıları “ne değişecek ki?” diye fısıldıyor içinden.
Bazıları kendini “tarafsız” diye tanımlayıp hiçbir şeye dokunmadan geçmeyi seçiyor.
Bazıları, yüz binlere konuşabildiği hâlde, hiçbir şey söylememenin daha güvenli olduğuna inanıyor.
Ama bilmelisiniz:
Hiçbir şey söylememek de bir seçimdir.
Ve bu seçim, daima güçlüden yanadır.
Umutsuz olmak kolay.
Yorgun olmak anlaşılır.
Ama susmak bir konfor alanına dönüştüğünde, olan yine en savunmasız olana olur.
Gözaltına alınan öğrencinin, işini kaybeden gazetecinin, dayak yiyen kadının sesi eksik kalır.
Belki her şeyi değiştiremeyiz.
Ama “unutulmadınız” demek bile bir dirençtir.
O yüzden hâlâ yazıyorum.
Senin için değilse, onlar için.
Ve kendim için.
Çünkü sustuğumda, içimde bir şey bana bağırıyor.
Kendi yıllarını sosyal medyada kaydırmak belki bir tercihtir…
Ama başkalarının hayatları kaydırılırken susmak, vicdana sığmaz.
Adaletsizlikler karşısında direnişimizi paylaştıkça, çoğalacağız.
Dipnot: Eğer buraya kadar gelebildiyseniz, tebrikler!!! Dikkat süreniz, sosyal medya çağında nadir rastlanacak uzunlukta. Unutmayın, sosyal medyada aylaklık ederek geçen zaman, Proust’un evreninde yok hükmündedir. Çünkü çaya bandığın püskevitin tadı, seni Instagram’da izlediğin bir kombin videosuna geri ışınlamayacaktır. Okurlarımın, çay ve püskevit markalarını itinayla seçtiğine yürekten inanıyorum. Ayrıca boykot etmediğimiz bir yüzey temizleme mendili tavsiyesi olan varsa, lütfen mesaj atsın.
Nice! İnstagram’ı sileli 9 ay oldu. Başta hafif azalan ekran sürem sonra eski çizgisine tekrar oturdu. Bu konuda kendime kızgınım ama sizin gibi bir kitap kurdunun da bu dertten muzdarip olması beni bir nebze rahatlattı(swh). Konu buradan, haksızlığa susmamaya nefis bir yumuşaklıkla geçti, şaşırdım ve geri dönüp paragrafı tekrar okudum. Gündemle arşa çıkan öfkem toplumsal tepkilere ortak olmamı,sivil direnişe katılmamı bana söylüyor. Bunun boykot gibi etkili ve pasif ve en zevkli halini farketmiş olmamız sevindirici. Tavsiye istemenizi ciddiye alarak yanıtmveriyorum: Carrefour boykot ta bildiğim kadarıyla birincil isimlerden değil( yine de mecbur değilseniz kullanmayın) bu market zincirinin kendi markasıyla çıkardığı yüzey temizleme mendilleri fena değil.
Dün gözüm yollarda kaldı, dünkü ekran süremde haklı bir artış oldu sevgili Zeynep. Hep yaz, yalnız olmamanın dayanılmaz bir hafifliği var ✌🏻