Lise yıllarımda, Irvin Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” isimli kitabı oldukça popülerdi. Nietzsche ve Dr. Breuer arasındaki diyaloglar çerçevesinde kurulmuş bu romanın, kritik noktalarında Freud devreye girerken, Lou Salome müthiş gizem uyandırır. Tamamen gerçek kişilere dayanarak kurgulanmış hikayenin baş karakterleri Nietzsche ve Breuer, gerçek hayatlarında hiç karşılaşmamıştır ancak Lou Salome hakikaten Nietzsche’yi ağlatmıştır. Yazımın devamında Nietzsche’yi “bıyıklı” olarak adlandırmam umarım kimsenin gücüne gitmez ki zaten konumuz o değil.
Lou Andreas Salome, 1861 yılında St. Petersburg’da Alman kökenli bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gelmiş. On sekiz yaşına geldiğinde, Hristiyan cemaatine kabulü için gerekli sertifikayı alabilmek için Pastör Gillot’dan dersler almaya başlamış. Sertifika, bir pasaport sahibi olabilmesi için de zorunluymuş.İlginç bir detay, bu dönemde Lou’nun zaten Almanca, Fransızca ve Rusça bildiği yetmezmiş gibi, Spinoza’yı kendi dilinde okuyabilmek için hızla Hollandaca öğrenmiş olması. Ancak bir noktada Gillot’un cinsel arzularının farkına varan Lou, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamış.
Aynı yıl babasını da kaybetmiş ve akciğerlerindeki bir sağlık sorunu nedeniyle annesiyle birlikte İsviçre’ye gitmiş. Zürih Üniversitesi’nde mantık, metafizik ve din tarihi dersleri almış. Sağlık problemlerinin nüksettiği 1882 yılında, İtalya’ta gittiğinde tanıştığı filozof Paul Ree, evlenme teklif ettiğinde, aradığının entelektüel bir dostluk olduğunu gayet açık olarak ifade etmiş. Bu noktada sahneye dostumuz “bıyıklı” Nietzsche girmiş ki Lou’yu gördüğünde söylediği ilk cümle: “Hangi yıldızlardan akıp burada birbirimizi bulduk acaba?” olmuş. “Cennetten düşerken canın acıdı mı?” benzeri leş kız tavlama cümlelerinin kökeni buymuş demek.
(Şimdi konudan biraz sapmak pahasına, minik bir magazin haberini hatırlatmak mecburiyetindeyim. Nietzsche, bir aralar da Wagner’in eşi Cosima’ya platonik olarak aşıkmış. Bu arada, Cosima’nın Franz Liszt’in kızı olduğunu da unutmamak lazım. Bu insanlar arasındaki ilişkiler ağı gayet çılgın, farkındayım.)
Neyse kaldığımız yerden devam edersek, bıyıklı da kankası gibi Lou’ya evlenme teklif etmiş ve reddedilmiş. Altını çizmek isterim ki bu dönemde, Lou 21, Paul 35 ve bıyıklı 38 yaşındadır. Nihayetinde muhteşem üçlümüz, “Dreieinigkeit” adını verdikleri bir dernek kurarak, birlikte yaşama ve üniversite eğitimi alma konusunda planlar yapmaya başlamışlar. Ancak hayallerinin önünde büyük bir engel vardır: bıyıklının ablası Elisabeth Nietzsche.
Lou ve Nietzsche hakkında yazılmış farklı biyografilerde neredeyse tüm yazarların hemfikir olduğu tek bir husus vardır: Elisabeth kaltağın tekidir. Aşk-ı Memnu karakteri Firdevs Yöreoğlu’nun bile şapka çıkaracağı sinsilikte bir kadındır ki tanıştığı andan itibaren Lou’dan nefret eden Elisabeth, kardeşi bıyıklıyla arasını bozmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Nihayetinde, Lou ve Paul arkadaş olarak birlikte yaşamak için hayatından çıkıp gittiğinde, bıyıklı yalnız kalacaktır. Muhteşem üçlünün kısa süren güzel günlerinden kalan fotoğraf çok ilginçtir. Bıyıklı ve Paul Ree’nin çektiği iki tekerli arabanın arkasında oturmuş olan Lou elinde bir kırbaç tutmaktadır. Bu kompozisyonun bıyıklıya ait olduğu iddia edilir ki bir Instagramı hesabı olsaydı neler paylaşırdı düşünmek dahi istemiyorum.
Lou ve Nietzsche’nin toplamda 8 ay süren arkadaşlık ilişkisi hakkında sonraları çok şey yazılmıştır ancak bıyıklının yaşadığı yıkımın suçlusunun Lou olduğunu düşünmek bence düpedüz saçmalıktır. Adamın kendisi 38 yaşındadır, ablasıysa yılanın tekidir ki çok uzun yıllar sonra Freud, Lou’ya “Sizin Nietzsche’yle ilişkinizden açık bir şekilde ve düşmanca söz edilmesinden hep öfke duydum ki bu kesinlikle gerçeğe uymuyor. Siz çok büyük bir kadın olduğunuz için her şeyi oluruna bıraktınız. Sonunda en saygın biçimde kendinizi savunmayacak mısınız?” diye yazmıştır. ” Lou’nun suçu ne?” isimli bir dizi senaryosu üzerinde çalışmalıyım belki de... Lou karakterini Beren Saat canlandırır, müzikleri de Kenan Doğulu yapar.
Paul Ree ile birlikte Berlin’de yaşadığı dönemde “Tanrı için Cenk” isimli bir roman yazan Lou, kitabını “Henri Lou” mahlası altında yayınlamış ve olumlu eleştiriler almıştır. Bu sayede, ailesine karşı maddi olarak bağımsızlığını kazanırken, entelektüel çevrelerde de kabul görmüştür. Bu kitabın ardından yazarlık kariyerine başarıyla devam ederken, çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri, tiyatro eleştirileri de yayınlanmış.
1887 yılında, Doğu Asya dilleri alanında çalışan Andreas ile bir izdivaç yapmış. Evliliğin, asla cinsel ilişki yaşanmayacağı şartına bağlı olması ve hatta Lou’nun bekareti konusunda oldukça tuhaf metinler okudum. Ancak kafanızı bu saçmalıklarla ütülemeyeceğim.
1897 yılında, henüz 21 yaşında gencecik bir adam olan Rene Maria Rilke, 36 yaşındaki Lou’ya aşık olur. İkilinin ilişkisi başladığında, Rene, Lou’nun tavsiyesiyle adını Rainer olarak değiştirmiştir. Aralarındaki mektuplaşmaların çoğu kaybolmuş yahut imha edilmiştir ancak Rilke’nin Lou için yazdığı şiirleri okuyabilirsiniz.
Lou ve Rilke birlikte, iki defa Rusya seyahatine çıkmışlar. Tolstoy’u ziyaret ettiklerinde, Sofiya ile kavga ettiğini duymaları anılarında da yer almıştır ki ben şaşırmadım. 1900 yılında bu ilişki sona ermiş ancak arkadaş kalarak hayatları boyunca mektuplaşmaya devam etmişler. 1901 yılında, Rilke, Rodin’in öğrencisi Clara Westhoff ile evlenir. Bu evlilikten doğan kızlarına “Ruth” adını vermeleri de ilginç bir detaydır çünkü Lou’nun romanlarından birinin adıdır. 1903 yılında, sıkıntılı bir dönemden geçen Rilke’ye, Lou’nun yazdığı şu satırlar dikkat çekicidir: “Eğer bir gün bana geçmişinden, en eskilerden, çocukluğundan gelen bazı hatıraları anlatmak istersen, anlat, başta bunu yapmayı canın hiç istemerse de.” Bir psikanalist doğmaktadır...
1911 yılında Freud ile tanışan Lou, öğrenmenin yaşı olmadığını kanıtlarcasına 50 yaşındayken kendini psikanalize adamıştır. Freud’un meşhur Çarşamba toplantılarına katılır, ve altın çağında olan psikanalizi kurucusundan öğrenir. Lou ve Freud arasındaki usta-çırak ilişkisi zamanla çok sağlam bir dostluğa dönüşür. 1913 yılında Göttingen’e giden Lou, analist olarak çalışır ve psikanaliz alanında makaleler yazar. 1930 yılında kocası Andreas öldüğünde, onun hizmetçiden olan kızını evlat edinir.
1937 yılında hayata gözlerini yuman Lou Andreas-Salomé, yaşadığı dönemin ötesinde bir kadın olarak, kendini sürekli geliştiren, entelektüel özgürlüğünden ödün vermeyen, ilişkilerinde ve düşüncelerinde daima kendine sadık kalmayı başaran biriydi. Onun hikâyesi yalnızca Nietzsche, Rilke yahut Freud gibi büyük adamlarla olan ilişkileriyle sınırlı değildir; asıl başarısı, kendi yolunu çizmiş bir kadın olarak toplumsal beklentileri yıkmasıdır.