Dün yeğenim Ayşe’yi jimnastik kursundan aldığımda bana şöyle dedi: “Halacım, kurstan beni sen alacağında saatler geçmek bilmiyor, babam gelecekse ders 5 dakikada bitiyor.” 43 yıllık hayatımda bana söylenmiş en güzel cümle olabilir. Peki ben ne karşılık verdim? Gerçek bir ruh hastası olduğum için 8 yaşındaki çocuğa izafiyet teorisini açıklamaya giriştim. (Kendim sanki çok anlamışım gibi bir de çocuğun kafasını bulandırıyorum.)
Her hafta bu kadar duygusal anlara sahne olmuyor tabii ki… Örneğin geçtiğimiz Cumartesi trafik yüzünden geç kaldık ve strese girdim. Ayşe’ye kurs merkezinde kullanabileceğim bir tuvalet var mı diye sordum. Çıkış saatinde yaklaşık 20 veliyle birlikte kapıda beklerken, Ayşe uzaktan seslendi: “Halacım çişini yaptın mı?” Veliler kıkırdarken, bütün çocukların suratı bana döndü.
Çiş demişken; Ayşe’nin 6 yaşındayken “pipimle çişimi yapıcam” diye marketin ortasında anons yaptığı an aklıma geldi. Popüler bir hala olmamın bana verdiği yetkiye dayanarak; bir çocuktan ikincil derecede sorumlu olanların acil durumlarda başvurabileceği “resting bitch face metodu” adını verdiğim yöntemden bahsetmek istiyorum.
Eğer bir çocuk küfürlü konuşursa, ona yanlış bir davranışta bulunduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak, Ayşe’yle yaşadığım örnekte olduğu gibi hassas durumlarla karşılaştığınızda işler değişir. Ayşe, yanlış bir şey yapmamıştı. Muhtemelen bebek kardeşinin pipisi olduğunu farketmiş ve bu bilgiyi sindirmeye çalışıyordu. Sorun, ben bu konuda anne ve babasının nasıl bir yöntem izlediğini bilmiyordum ve yanlış bir şey söyleyerek Ayşe’nin kafasını karıştırmak istemedim. Belki katkıda bulunamayabiliriz ama her zaman bir çocuğun gelişimini baltalamamayı seçmemiz gerekir. Peki ne yaptım? Pipi kelimesini duyduğumda yüzümden bütün duygusal ifadeleri sildim. Sinirli yahut mutsuz bir ifadem yoktu ancak komik bir şey söylenmiş gibi sırıtmadım da. Deneyimlerime göre çocuklar tepkilerinize göre davranışlarına devam edip etmeme kararı aldığı için, pipi dediğinde Ayşe’ye ifadesiz bir şekilde baktığım için anons yapmaya devam etmedi. Tuvalete gittik ve konu kapandı.
Şimdi düşünüyorum da bu veletin doğduğu gün hissetiklerim, zaman içerisinde nasıl da değişti.
Hayatımıza bir Ayşe gireceği haberini aldığımda, abimin “ürememe” paktımıza ihanetinden dolayı yıkılmıştım. Baskın düşüncem, dünyaya bir tane daha çocuk geldiği için bütün ailemin çılgınca mutlu olmasına dair hayalkırıklığıydı. Bu dünyaya çocuk getirmeme konusundaki fikirlerim, yaklaşık olarak on yaşımdan beri sabit kalmış durumda. Ayrıca bir insanı, sadece kan bağı ile bağlı olduğumdan ötürü sevmem gerektiğine zaten inanmıyorum, biliyorsunuz. Bilakis sevdiğim insanları, ailem olarak kabul ettiğim şahane işleyen bir sistemim var.
Ayşe, yaklaşık 18 aylıkken bana “hağlağ” diye hitap etmeye başladı. Aynı dönemde, ona asla agucuk bugucuk yapmayan yegâne insanla yani benimle uyuyabilmek için ortalığı birbirine kattığı zaman anladım ki Ayşe, neredeyse benimki kadar çarpık bir düşünce yapısına sahipti. Böylece, kendisini tüm kalbimle yeğenim olarak kabul ettim ve sorumluluk sahibi bir hala olarak derhal çocuk gelişim kitapları sipariş verdim. Bu konuda okuduğum tüm kitapları ve deneyimlerimi de harmanlayarak “Bir çocuğun gelişimini nasıl baltalarsınız?” yahut “Yeğen Bakım Kılavuzu” isimli bir kitap yazsam mı diye düşünüyorum. Nobel ödülü için de akıllıca bir strateji olabilir. Aranızda Nobel Komitesi’nde tanıdığı olan falan var mı?
Çocuk gelişiminden bahsetmişken, efsaneye değinmeden geçmem mümkün değil. Büyükannem Bayan Tuşa, hastanede yatılı olarak tedavi edilmesini gerektirecek seviyede titizdi. Mesela, koltuk kırlentlerinden uzak durmamızı sağlamak için: “Yastığa poponuz değerse, poponuzda kocaman sivilceler çıkar” diyerek korkuturdu. Geliştirdiği fobi yüzünden, oturmak yerine sürekli evin içinde yürüyüş yapmaya başladığımdaysa, “popomda kurt” olduğu tanısını koydu. Bu kurt, minik elma kurdu mu yoksa kırmızı başlıklı kızın kurdu mu asla bilemedim. Sonuç olarak ne oturmamı ne de dolaşmamı istiyordu. Bazı insanların ne istediğini anlamak imkansızdır. İştahsız bir çocuk olduğum için de ibret olsun diye “yemezsem çok zayıflayacağımı ve otururken popomdaki kemiklerin batacağını” söylerdi. Hatunun popo konusunda tuhaf takıntıları vardı ve Freud bunu nasıl analiz ederdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Anne ve babam, din konusunda bana özel bir eğitim vermediler. Babama göre çalışmak en büyük ibadettir, annemse para ile imanın kimde olduğu belli olmaz atasözünün vücut bulduğu bir insandır. Doğru ve yanlışı ayırt edebilmemin ötesine karışmaktansa, beni kendi halime bıraktılar. Bayan Tuşa, tam olarak bu boşluğu doldurmanın kendi görevi olduğuna inanarak, dini eğitimimi üstlenmişti. Bu eğitim, korkunç kâbir azabı hikayelerinden ibaretti. Uyku problemlerim ve kabuslar başladığında durumun farkına varan annem, bu işe derhal bir son vermişti.
Bayan Tuşa’nın dil gelişimim ve konuşma becerilerime katkılarını ise asla yadsıyamam. Hiç unutmam bir gün bana Rumca kelimeler öğretmiş sonra da pimimi çekip, eve geri yollamıştı. Sonrasında en şirin halimle anne ve babamın yedi ceddine küfrettiğimin farkında değildim ama olsun. Yıllar geçti ve ne ders çıkardım? Ayşe’ye Londra’nın bağrından kopmuş gibi bir aksanla: “Daddy! you are a pain in the ass!” benzeri cümleler ezberletip, abimin üzerine salıyorum. Ayşe’nin kelime dağarcığını geliştirirken, abimi delirterek bir taşla iki kuş vurmuş oluyorum. Ancak çocukken gelişimim, Bayan Tuşa tarafından şefkatle baltalandığı için, ufak tefek serserilikler yapmak dışında çocuk gelişimi konusunda profesyonellerin yazdığı kitaplarda yazan önerileri ciddiye alıyorum. Yıllar sonra, Ayşe’nin terapiye para dökmesini yahut hakkımda bir kitap yazmasını istemem.
George Sand’in kaleminden çıkan satırları okuyalım: “Çocukluk anılarım, görüldüğü gibi pek safçadır. Ama okurlarım, benim bu kitabımı okurken, başlarından geçenleri düşünmeye başlarlar, hayatlarının ilk coşkularını zevkle hatırlarlar ve bir saat süreyle yeniden çocuklaştıklarını duyarlarsa; işte o vakit onlar da ben de vakitlerimizi boşu boşuna yitirmiş olmayız. Çünkü çocukluk güzeldir, temizdir. En mutlu insanlar da bu temizliği hiç yitirmeyenler ya da bu temizliğin, bu ilkel duyguların çok azını yitirenlerdir.”
Dipnot: Çocukluğumda popomun yastığa kazara değdiği bir seferinde gerçekten popomda sivilce çıkmıştı. Plasebo etkisi olduğunu düşünmek istiyorum.
Teşekkürler.
Yine harika ✨☺️ Tesekkurler!